IQNA

Dr. Gürkan Biçen IQNA için kaleme aldı:

Müslüman Kadın ve Batı Medyası

14:59 - February 14, 2023
Haber kodu: 3479302
Batı medyası Batılı halklara "zavallı" Müslüman kadını insanlık sahnesine çıkarmak için İran’a müdahale etmek zorunda kaldıklarını ve bunun kendileri için insanlık vazifesi olduğunu durmaksızın anlatmaktadır.

Müslüman Kadın ve Batı Medyasıİnsan olmak açısından kadın ve erkek birbirinden farkı olmayan, bir varlığın iki görüntüsünden ibarettir. Bununla birlikte, dünyevi işlevleri arasında bazı farklar bulunduğu da açıktır. Bu farkların temelinde ise maddi ve manevi kabiliyetlerindeki somut ve soyut kuvvet ve zayıflıklar yatmaktadır. Bu kabiliyetlerin her birine verilen değer ise toplumun işleyişinde kadın veya erkeğin rolünün payını belirlemektedir. Bir gerçeklik olarak, dünyanın fiziki şartlarıyla mücadelenin fiziki kuvvet gerektirdiği çok uzun çağlar boyunca erkeğin kabiliyetlerini sergileme hususunda avantaj sağladığını görmekteyiz. Bu avantaj erkeğe toplumun işleyişinde kural koyma ve görünür olma imkanını da beraberinde getirmiştir. İnsanlık tarihi pek çok toplumun bu yönde teşekkül ettiğine şahittir.

İslam, işlevleri farklı ama özleri bir olan erkek ve kadını bir dengeye kavuşturmak için çeşitli alanlara sirayet eden bazı düzenlemeler getirmiştir. Bu düzenlemeler nefsin arınmasını sağlayan şahsi tavsiyeler ile ekonomik, siyasi ve kazai hak ve sorumluluklara kadar uzanmaktadır. Bu anlamıyla ve bir kıyas yapmak gerekirse İslam dengeli bir toplumun inşasında diğer medeniyetlerden daha etkili yollara başvurmuştur, diyebiliriz. Bu noktada, İslam ile örfün aynı şeyler olmadığını, İslam örtüsüne bürünmüş örfün İslam ile karıştırıldığını ve bu karışıklığın kimi zaman bilinçli bir şekilde kimi zaman ise bilgi eksikliğine binaen yanlış çıkarımlara sebep olduğunu işaret ederek, İslam’ın kadının toplumsal görünürlüğüne dair kurallarının kadını toplumda yok sayan bir anlayışı yansıtmadığını, böyle bir düşüncenin tümüyle yanlış olduğunu söylemeliyiz.

İslam, kadını toplumda görünür bir varlık olarak kabul eder. Kadının görüntüsünün silindiği bir toplum modelinin “insan”ın eksik bir sunumu olduğunu telakki eder. Ne var ki İslam ne kadının ne de erkeğin hiçbir kayda bağlı olmaksızın toplumsal görünüme sahip olmasını ve böyle bir toplum modelini doğru bulmaz. Her iki cins de belirlenen kaidelere riayet ederek toplum içinde varlık bulacaktır. Bu kaideler sadece kadın-erkek ilişkilerinde değil, kadınlar arasında, erkekler arasında, erkek ve kadınlar ile çocuklar arasında da icra edilecek mahiyettedir. Bu kaidelere riayetle kadın İslam’ın sunduğu hakları kullanmak ve vazifeleri icra etmek açısından mutlak bir ehliyete sahip olacaktır.

İnsanlığın son dört yüzyıldır izlediği seyir Batı toplumlarını diğerlerinin önüne geçirmiştir. Bu süreçte Batı kendi gerçekliğini oluşturmak ve bunu dünyanın diğer bölgelerindeki toplumlara bazen dayatma bazen de aşılama yoluyla yaymak için gayret sarf etmiştir. Batı’nın maddi üstünlüğünün belirgin hale gelmesi ve bunun sürdürülebilirliğinin kadın unsuruna da ihtiyaç duyduğunun anlaşılmasıyla, Batı toplumu içinde eski zamanlara dair kadın algısı tartışılmaya başlanmış ve bu tartışma yine Batı eliyle aslında bu tür problemleri olmayan veya kendi medeniyetlerinin temellerinde yer alan kodlarla bu sorunları aşabilecek diğer toplumlara intikal ettirilmiştir. Çok basit bir haklar ve mükellefiyetler listesi hazırlanması halinde bile İslam nazarında kadının sahip olduğu hak ve sorumlulukların Batılı kadınların 20.yüzyılda ulaştıkları hakların önünde olduğunu görmek mümkündür. Bununla birlikte, Müslüman toplumların en azından bir kısmının İslam’ın kaidelerini kendi örfleriyle kararttıkları da sabittir. Bu ise kadının statüsü açısından teorik olarak bulunmayan bir haksızlık kanaatine temel oluşturmaktadır. Batı dünyası bu görüntü üzerinden İslam’ı mahkum etme ve bu suretle Müslüman toplumları dönüştürme maksadını uzun vadeli bir politikaya çevirme imkanı elde etmektedir. Bu politikanın icrasında kullanılan araçlardan biri de medyadır.

Batı dünyasında medyanın gücü henüz 18.yüzyılda fark edilmiştir. Öyle ki bugün tekel haline gelen medya kuruluşlarının temellerinin o dönemde atıldığını ve üretilen medya içeriğinin halka ulaştırılması adına pek çok altyapı yatırımına para harcandığını söylemek mümkündür. Medya eliyle sermaye sahipleri toplumların düşüncelerini elde tutabileceklerini ve istedikleri yönde değiştirebileceklerini fark ettiklerinden, bu alana yapılan yatırımın hiçbir zaman karşılıksız kalmayacağı kanaatini korumuşlardır. Batılı medyanın İslam ülkelerine dair anlatısı iki yönlüdür. İlki İslam ülkelerinin Batılı halklara tasviri iken, ikincisi Batı karşısında mağlup olmak üzere olan ve yer yer de mağlubiyeti tescillenen İslam toplumlarına Batı’nın üstünlüğünün ve Müslümanların geri kalmışlığının sebeplerini anlatmaktır. İki yönlü bu anlatıda Batılı halklar İslam toplumlarının medeniyetten uzak, Batılı değerleri kavramaktan aciz çağdışı varlıklar olduğuna inandırılırken, Müslüman halklar da ilerlemenin Batı’ya kapıları açmak ve gönüllü bir şekilde Batı medeniyetini içselleştirmekten geçtiğine ikna edilmek istenmiştir. Bu noktada yönetimlerin tepeden değiştirilmesi yoluyla değişimle, değişimin halkın rızasını sağlamasının farklı süreçler olduğunu belirtmek gerekir.

Batılı medyanın anlatısında Müslüman kadın önemli bir yer tutmaktadır. Bu anlatıya göre Müslüman kadın erkeğin sınırsız istifade hakkıyla sahiplendiği bir çeşit köleden ibarettir. Bu köle eğitim hakkı olmayan, erkeğin neslini sürdürmek ve cinsel isteklerini karşılamak için her an hazır bulunmakla vazifeli bir varlıktır. Bu kölenin toplum içinde görünür olmak açısından gerçek köleler kadar bile hakkı bulunmamaktadır. Doğumundan ölümüne kadar tüm bir hayatı evi ve evin müştemilatı içinde geçmekte, zorunlu olmadıkça topluma karışmamaktadır. Topluma karışmasını zorunlu kılan durumlarda ise kimliğini tümüyle belirsiz kılan giysiler giymelidir. Bu kölenin ev içindeki durumu da farklı değildir. Kocasının dışındaki her erkeğe karşı da sokaktaki derecede kimliksiz olmalıdır. Kimliği belirsiz kılınan, eğitimden uzak “kadın”ın hukuki hakları da sınırlıdır. Özgür olsa da herhangi bir davada bir erkek ile eşit derecede şahitlik hakkına sahip değildir. Bir erkekle aynı düzeyde miras alamaz. İstese de istemese de bir erkeğin çok sayıdaki karısından birisi olmakla yüzleşebilir. Rızası olmasa da ailesi onu bir erkekle evlendirebilir, onun üzerinden ekonomik kazanım sağlayabilir. Tüm bunlar son yüz elli yıldır Batılı medyanın Batılı halklara anlattığı şeylerdir. Bunların bir kısmında gerçeklik payı bulunsa da bu tür olumsuzlukların temelinde İslam’ın kadın anlayışı değil, İslam’a rağmen varlığını sürdürebilmiş ve şekli unsurları ilave ederek uygulamayı İslam’a uygunmuş gibi sunabilmiş örfler yatmaktadır.

İran İslam İnkılabı ve ardından yaşananlar Batılı anlatıları sorgulamayı gerektirse de Batı medyası –ki sermayenin tekelindedir- böylesi bir yolu tercih etmemiştir. İslam İnkılabı belki erkeklerden çok kadınların inkılabıyken, Batı medyası kadınların süreçte aldatıldığına dair bir hikaye yaratmıştır. Bu hikayede İranlı Müslüman kadın Şah’a ve onun toplumsal dönüşüm için izlediği metoda karşı olsa da temelde Batı medeniyetine ve onun kadına verdiği değere taliptir. Halbuki İran’ın mollaları İnkılab’tan sonra İranlı kadını çağdışı bir konuma sürüklemiştir. Batılı toplumlarda bu kanaati oluşturmak ve korumak için medya İnkılab’ın ardından ülkeyi terk eden kişilerin anlatılarından istifade ettiği gibi, Batılı üniversitelere yerleştirdiği binlerce İranlı akademisyeni de araç olarak kullanmaktadır. Yine bu anlatılara Afganistan, Pakistan, Suudi Arabistan gibi ülkelerde yaşayan Müslüman kadınların fotoğraf ve görüntüleri eşlik etmekte, bu kadınların İranlı kadınlar olduğu algısı yaratılmaktadır. Bazen de İran içinde mülteci/sığınmacı statüsünde yaşayan Afganlı toplulukların kendi örflerine bağlı yaşantıları İran vatandaşı kadınlara aitmiş gibi gösterilmektedir.

Batılı medya Batılı halkları ikna için gerektiğinde hiç olmayan hikayeler uydurmakta veya gerçekte başka türlü olan ve başka amaçlarla gerçekleştirilen olayları çarpıtmakta ve bunlar üzerinden oluşturduğu kurguyu sadece yazılı basında değil, sinemada da kullanmaktadır. Tüm bu kurgularda Müslüman kadın, Batılı değerlere ve haklara ulaşmak için can atan ama despot bir erkeğin arkasına dizilerek bu despota destek olan din adamları ve idareciler eliyle tüm varlık anlamı ve hayatı yok sayılan bir nesne olarak yansıtılmaktadır. Onun nesneden iradesi olan süjeye dönüşebilmesinin temel şartı insan medeniyetinin en ileri halini temsil eden ve tümüyle kendisine dost olan Batı medeniyetine düşman olanlara itiraz etmesine bağlıdır. Batı’nın bu kadına yardım edebilmesi için ondan bir yardım çağrısı gelmelidir. Batı medyası Batılı halklara zavallı Müslüman kadını insanlık sahnesine çıkarmak için İran’a müdahale etmek zorunda kaldıklarını ve bunun kendileri için insanlık vazifesi olduğunu durmaksızın anlatmaktadır.
İranlı kadına anlattığı şey ise İslam’ın ve İslami yönetimin kadına Batı’daki kadınların sahip olduğu hakları vermediği yönündedir. Bu anlatıda Batılı kadının sahip olduğu hakların neticeleri olarak, hedonist ve konformist bir yaşantının güncel görüntüleri sunulmaktadır. Bir başka ifadeyle, kadının toplum içindeki görünürlüğünün üretim ve tüketim süreçlerinde yer almasının sağlayacağı azami imkan ve haz onun varlığının delili olarak yansıtılmaktadır.

Batılı tüm bu anlatı özünde kötü niyetli bir kurgudan ibarettir. Zira İran özelinde kadınların toplumsal hayattaki görünürlülüğü, iş gücüne katılımı, eğitim hayatında ve devlet idaresinde yer alma şekilleri ve oranları tartışmasız bir şekilde ortadadır. Hatta denilebilir ki bu açıdan İran İslam Cumhuriyeti pek çok Batılı ülkenin önündedir. O halde Batı dünyasının bu kurgu ile ulaşmak istediği amaç nedir?

Batı dünyası İslam’ın bir medeniyet olarak tarihten silinmesini, Batılı sermayeye itiraz edecek düşünce gücünü kaybetmesini ve en fazlasından toplumların hayatında kültürel bir renk olarak kalmasını istemektedir. Bu suretle İslam ülkelerinin her türlü kaynağı sorunsuz bir şekilde Batılı ülkelere aktarılabilecektir. Bu aktarıma rıza gösterdiği sürece şekli bir İslam’a kamusal bir görüntü sağlanması da düşünülebilir ama bu da uzun vadeli riskler içermektedir zira İslam özünde sömürge karşıtıdır. Hal böyle olunca gelecek nesiller yine İslam üzerinden itiraz süreci geliştirebilir. Bunun önüne geçmenin yolu toplumu üreten kadını değiştirmektir.

Özetle söylersek, İslam sömürüye karşı olduğundan, Batılı sermayenin kontrolündeki Batılı iktidarlar ve medya hem kendi halklarına hem de Müslüman halklara yüz elli yılı bulan bir yalanı anlatmaktadır. Bu yalanın merkezine kadın konulmuştur. Bu yalanın hedefindeki ülke ise bugün İran’dır. Bunun sebebi ise İran’ın Batılı anlatıyı geçersiz kılması ve Batılı sömürüye fiilen karşı çıkıp önlemeyi başarmasıdır.

captcha