Yahudi kimliği iki temel üzerinde yükselir. Bunlardan birincisi “seçen/seçilen halk” iken, ikincisi “vaad edilen toprak” sahibi halk olmaktır. Bu iki temelden ilki, Yahudilerin Allah’ın yeryüzü halklarına sunduğu teklifi bilerek ve isteyerek kabul eden halk olmasını ifade ederken, ikincisi Allah’ın “seçen/ seçilen halk”a bir lütfu olarak bir toprağı tahsis etmesi, onlara has kılması anlamına gelir. Yahudiler, Allah ile olan ahitlerine sadık kaldıkları sürece bu topraklara hakim olduklarına, bu ahdin ihlal edildiği dönemde ise Allah’ın onları cezalandırdığına ve tahsis edilen bu topraklardan çıkardığına inanırlar.
Vaad edilmiş toprak inancı Yahudi düşüncesinde öylesine merkezi bir yer işgal eder ki, Roma Sürgünü’nden bu yana geçen yaklaşık 2 bin yıllık süreçte dünyanın dört bir yanına dağılmış her nesil hiç görmedikleri bir ülkenin ismi ile yetişmiştir. Bu ülkede yer alan Kudüs şehrinin Yahudilerin kralı Süleyman peygamberin (as) inşa ettiği ancak Romalıların yakıp yıktığı Mabed’e de ev sahipliği yaptığına inanılır.
Vaad edilen toprak, yıkılan Mabed ve Mabed’e gelerek kurtuluşu başlatacak olan Mesih üçlemesi 19.yüzyılda yükselen milliyetçilik hareketleri sırasında Yahudi halkını motive eden unsurlar arasında yer alır. Milletlerin oluşma esasları içinde istifade edilen mitler burada da harekete geçirilir ve Yahudi toplumunda daha ziyade mistik bir öğe olarak örtülü bir şekilde duran Kudüs ve Mabed söylemi günlük siyaset içinde belirli bir hedefe yönelen politik hareketlerin meşruiyet ve propaganda aracına dönüşür. Üretilen yeni söyleme göre, aradan iki bin yıl geçse de, Tanrı’nın vaadi geçerlidir ve iki bin yıldan bu yana ayrı olsalar da, Yahudiler haklarını kaybetmemişlerdir. Öyle ise Filistin’in işgalcileri sayılan Araplar ve diğerleri Yahudilerin haklarını tanımalı ve orada bir Yahudi yurdu kurulmasına izin vermelidirler. Buna razı olunmaz ise Tanrı’nın hükmü yerini bulana kadar mücadele edilmelidir.
Bu çalışmada vaad edilmiş topraklar inancını siyasi düzleme çeken Siyonizm’in Yahudi kimliğini nasıl dönüştürdüğünü inceleyeceğiz. Birinci bölümde bu düşüncenin kaynaklarına ve Yahudi tarihine değineceğiz. İkinci bölümde Siyonizm hareketi ile Siyonist İsrail rejiminin kuruluşunu ele alacağız. Üçüncü bölümde ise Siyonizm’in Yahudi kimliğine etkisini tartışacağız.
I. Bölüm
Kısaca Yahudi tarihi ve “Vaad edilmiş toprak” inancı
Medeniyetlerin beşiği ve tek tanrılı üç dinin doğuş yeri Orta Doğu M.Ö. 750’den itibaren Asurlular, Babilliler, Persler, Makedonyalılar ve Romalılar tarafından bastırılmış, bölünmüş ve dağıtılmıştır.[1] Bu gün Filistin meselesi ile karşı karşıya gelen ve köken itibariyle amcaoğulları oldukları kabul edilen iki halkın, Araplar ve Yahudilerin M.Ö. 850’li yıllarda yaptıkları ittifak da bu işgalleri engelleyememiştir.[2]
Geriye bakıldığında, Yahudilerin etnik kökeni olan İbranilerin Filistin’e yerleşmelerinden önceki tarihlerine dair kuvvetli bilgilere rastlanmaz. Bilinen, onların da büyük Arami göç dalgasının içinde oldukları ve topraksız kaldıklarıdır.[3] Bu dönemde, İbrani kelimesi ile aynı köke sahip “Habiru”lara dair bazı kayıtların olduğu görülmektedir. Habiruların etnik bir topluluk mu yoksa bir sosyal sınıf mı oldukları bilinmese de, topraksız kalmaları sebebiyle muktedirler tarafından sömürüldükleri ve kimi zaman da eşkıyalık yaptıkları ve hatta şehirleri ele geçirmeye çalıştıkları bilinmektedir.[4] Ne var ki, İsrailoğulları’nın Filistin’e yerleşmeyi başarmasından sonra bir daha onlardan bahsedilmemiştir.[5]
Habirular ile İbraniler arasında böyle bir ilişki ihtimaline rağmen Yahudiler etnik kökenlerini yaklaşık 4 bin yıl evvel yaşayan bir kişiye, Hz. İbrahim’e (as) dayandırırlar.[6] Tevrat’a göre Hz. Nuh’un (as) oğlu Sam neslinden Mezopotamyalı bir göçmen olan Hz. İbrahim’in[7] oğlu Hz.İshak (as) ve ardından da Hz. Yakup (as) İbrani halkının ataları kabul edilmiştir.[8] İbranilerin bütün dini aşamalarını kronolojik bir biçimde aktarabilmek için yeterince bilgi yoksa[9] ve yine tarihi aktarımın/ şemanın büyük oranda hayali olduğu düşünülse de,[10] dini açıdan Yahudilik, Hz. Musa’nın (as), bir diğer adı da İsrail olan Hz. Yakub’un on iki oğlunun soyundan gelen on iki kabileyi Mısır’dan çıkarıp Sina’ya götürmesi ve burada Tanrı’dan Tevrat’ı almasıyla başlar, denilebilir.[11] O andan itibaren İsrail’in bütün “kutsal tarihi” Firavun’un iktidarını reddeden ve köleleri kölelikten çekip kurtaran Kudret temelinde tanzim edilecektir.[12] Bu Kudret, Kenan topraklarını kendilerine veren İsrail’in Tanrı’sıdır.[13] Tek Tanrı olan bu Kudret’i ilk kez İbraniler icat etmemişse de, tektanrıcılığı sosyal kurtuluş hareketinin motor gücü yapan onlardır.[14] Bu anlamıyla Yahudiler, etnik olarak bağlandıkları Hz.Nuh’u sosyal boyutu olmadığı gerekçesiyle Yahudi olarak telakki etmezler.[15]
Hz. Musa İsrailoğulları’nı Mısır’dan çıkarmışsa da, Filistin’e girmeyi başaramamıştır. Filistin’e yerleşim ancak Hz. Yuşa (as) zamanında olmuştur.[16] M.Ö. 1000'li yıllarda ise Hz. Davut (as) İsrailoğulları’nı birleştirmiş ve Kudüs’ü başkent yapmıştır.[17] Bu andan sonra İsrailoğulları’nın meşru yönetim hakkının sonsuza kadar Hz. Davut’un soyuna ait olduğuna dair Mesihçi anlayış gelişmeye başlamıştır.[18] Krallığın en görkemli zamanı ise Hz. Davut’un oğlu Hz. Süleyman’ın (as) Kudüs’te Mabed’i inşa ettiği dönem olmuştur.[19]
Hz. Süleyman’ın ölümünden sonra, M.Ö. 931’de krallık, kuzeyde İsrail ve güneyde Yehuda olarak ikiye bölünmüştür. Bu bölünmenin ovada ve şehirlerde yaşayan kuzeyliler ile dağlarda yaşayan güneyliler arasında sosyo-kültürel farktan kaynaklandığı düşünülmektedir.[20] Kuzeydeki İsrail krallığı Asurlular tarafından işgal edilmiş ve halkı sürgüne gönderilmiştir.[21] Yahudi tarihinde önemli bir an olan Mabed’in yıkılışının dünya tarihi içinde kayda değer görülmediğini, bunun Babil kralının kitabelerinde yer almadığını ancak bunun Yahudiler için Tevrat’taki vaadin kaybı olduğunu ileri sürenler vardır.[22] Yahudiler gerek bu sürgünü gerekse daha sonra gelecek olan Babil ve Roma sürgünlerini Tanrı ile aralarındaki ahde sadakatte zafiyet göstermelerine bağlarlar.[23] Yahudilere göre somut ifadesini Hz.Musa’ya (as) verilen 10 Emir’de bulan bu ahit iki yöne sahiptir;[24] Tanrı ile İsrailoğulları arasındaki ilişkileri düzenleyen kısım ve İsrailoğulları ile insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen kısım. Yahudi inancına göre Tanrı, Kendisi’ne yapılan haksızlığı çabucak affederken, insanlara yapılan haksızlığı kolayca affetmez.[25] Nitekim puta tapmanın cezası olduğuna inanılan Babil Sürgünü, Pers kralı Keyhüsrev’in bölgeye hakim olup Yahudilere geri dönme izni vermesine kadar yaklaşık 70 yıl sürmüşken,[26] insanlara haksızlık sebebiyle yaşandığı düşünülen Roma Sürgünü halen devam etmektedir.
Güneydeki Yehuda krallığı ise Romalıların M.Ö. 63 yılında bölgeyi işgali ile son bulmuştur. Ancak Mabed’in bir kez daha yerle bir edilmesi zaman zaman ortaya çıkan ve uzun süre devam eden Yahudi direnişinin ardından M.S. 70 yılında gerçekleşmiştir.[27] Bundan yaklaşık 65 yıl sonra da Yahudi direnişi tamamen bastırılmış, bölgeye “Palaestina” adı verilmiş ve Yahudiler iki bin yıl sürecek bir sürgüne gönderilmiştir.[28] Böylece Habirular ile başlayan, Kenan diyarının fethi ile devam ederek krallıklarla yükselen ve bazı işgallerle sekteye uğrayan süreç iki bin yıl sonra yeniden başlamak üzere sona ermiştir. Büyük Roma Sürgünü neticesi Yahudiler Kuzey Afrika, İran, Anadolu, Balkanlar, Batı Avrupa, Doğu Avrupa ve Yeni Dünya’nın keşfinin ardında da Amerika’ya dağıldılar. Bulundukları bölgelerde Müslümanlar, Hıristiyanlar ve paganlarla iç içe ve kimi zamanda, İtalya’daki getto örneğinde görüldüğü üzere, toplumdan soyutlanmış halde yaşadılar. (29) 19. yüzyılda yükselen milliyetçilik akımlarının tetiklemesine kadar, Eski Ahit’in ana prensibi olsa da, Mabed ve Kudüs, Yahudi kimliğinde bir mistik öğe olarak kaldı.[30]
Bir halkın bir toprağı sahiplenmesi, kendini oraya ait hissetmesi anlaşılabilir bir haldir. Yahudi kimliği açısından fark, Yahudilerin sahiplik iddiasında bulundukları toprağı Tanrı ile aralarındaki ahde bağlamış olmalarıdır. Bir başka ifadeyle, Tanrı yeryüzünün bir bölgesini, Kenan diyarını, aralarındaki anlaşma uyarınca başkaca bir halka değil sadece ve sadece Yahudi halkına tahsis etmiştir.[31] Buna göre Yahudiler anlaşmaya sadık kaldıkları sürece Tanrı da sadık kalacak ve onların hâkimiyeti sürecekti ama kral ve halk anlaşmayı bozmuştu.[32] Ne var ki, varlığı ileri sürülen bu vaadin kaynağı ve mahiyeti tartışma konusu olmuş, söz konusu vaadin ilk peygamberlerin hikâyeleri arasına sokuşturulduğu ileri sürülmüştür.[33] Bir görüşe göre bu, Hz. Davut’un fetihlerinden sonra, bundan ilham alınarak yapılmış ve bir bölgede yerleşme arzusuna siyasi hedefleri de ekleyen, sonradan ortaya atılmış bir vaat idi.[34] Tekvin 15/18'de yer alan bu vaat şöyleydi: “Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim.”[35]
(Birinci bölüm sonu)
[1] Şlomo Dov Goiten, Yahudiler ve Araplar, İz Yayıncılık, İstanbul, 2011, s:21
[2] Goiten, s:22
[3] Roger Garaudy, İlahi Mesajlar Toprağı Filistin, Türk Edebiyatı Vakfı, İstanbul, 2011, s:72
[4] Garaudy, İlahi Mesajlar Toprağı Filistin, ss:72-73
[5] Garaudy, İlahi Mesajlar Toprağı Filistin, s:74
[6] Rabi Benjamin Blech, Nedenleri ve Niçinleriyle Yahudilik, Gözlem Yayıncılık, İstanbul,2003, s:35
[7] Abit Yaşaroğlu, Yahudilik ve Siyonizm Tarihi, Pınar Yayınları, İstanbul, 2013, s: 16
[8] Salime Leyla Gürkan, Ana Hatlarıyla Yahudilik, İSAM Yayınları, İstanbul, 2014, s:15
[9] Garaudy, İlahi Mesajlar Toprağı Filistin, s:74
[10] Roger Garaudy, İsrail Mitler ve Terör, Pınar Yayınları, İstanbul, 2005, s:34
[11] Gürkan, s:15
[12] Garaudy, İlahi Mesajlar Toprağı Filistin, s:75
[13] Gürkan, s:20
[14] Garaudy, İlahi Mesajlar Toprağı Filistin, ss:63-64
[15] Blech, s:68
[16] Yaşaroğlu, s: 18
[17] Yaşaroğlu, s: 18
[18] Gürkan, s:21
[19] Gürkan, s:21
[20] Garaudy, İlahi Mesajlar Toprağı Filistin, s:83
[21] Gürkan, s:21
[22] Garaudy, İlahi Mesajlar Toprağı Filistin, s:94
[23] Blech, s:68
[24] Blech, s:67
[25] Blech, s:70
[26] Gürkan, s:24
[27] Gürkan, s:29
[28] Gürkan, s:30
[29] Yaşaroğlu, s: 38
[30] Yaşaroğlu, s:47
[31] Garaudy, İlahi Mesajlar Toprağı Filistin, s:66
[32] Garaudy, İsrail Mitler ve Terör, s:38
[33] Garaudy, İsrail Mitler ve Terör, s:35
[34] Garaudy, İsrail Mitler ve Terör, s:37
[35] Garaudy, İsrail Mitler ve Terör, s:31